22 Aralık 2010 Çarşamba

BULGURLU BROKOLİ ÇORBASI...

Yemeklik olarak alınan brokolinin çok büyük olması sebebiyle, bir parçasını çorba olarak değerlendirmeyi uygun gördük ve sonuçta lezzetli ve besleyici bir çorba ortaya çıktı. İşte size basit tarifi... :)))



Küçük bir soğan alınır, doğranır ve yağda kavrulur. Küp küp doğranan küçük bir havuç eklenir ve biraz karıştırılır. Ardından  yine küp küp doğranan bir patates de atılır ve kavrulur. Sonra küçük parçalara ayrılan 250 gr kadar brokolimiz atılır tencereye. Biraz karıştırdıktan sonra, bir bardağı et su olmak üzere 5 bardak sıcak su eklenir. Bu karışım, malzemeler yumuşayıncaya kadar kaynatılır. Sonra malzemeler süzgeçten geçirilir. Tekrar ocağa alınır ve bir kaşık ince bulgur çorbamıza eklenir. Bulgurlar biraz şişene kadar pişirilir. Sonra karabiber ve tuz eklenerek çorbamız tatlandırılır. Arzuya göre ocağı kapattıktan sonra dereotu da ekleyebilirsiniz. Afiyet olsunnnnnn... :)))                                                       

17 Aralık 2010 Cuma

EL EMEĞİ KÜPEM VE KOMBİNİMMMMM... :)

Tamamen uydurmasyon, ama görenler tarafından çok beğenilen ve cici bulunan küpelerimi sizinle paylaşmak istedim. Bir tane atkı yapmıştım tığla ve onun üzerine motifler yapıp dikmiştim. O motiflerden artmıştı birkaç tane, benim de aklıma böyle bir küpe yapmak geldi. Küpe aparatlarını kullanıp, birkaç detayla küpeyi bitirdim.... :)))


Ve bunlar da küpelerime uydurduğum kıyafetlerim... :)))) Eteği de ben dikmiştim bu arada... :)



Herkese güzel bir haftasonu diliyorummmm, sevgiyle kalın.... :)))


16 Aralık 2010 Perşembe

BEYAZ SAAT TAKINTIM, BİRİ BENİ DURDURSUNNNNN. :)

 Uzun yıllardır kullandığım yadigar bir saatim vardı, büyük saatler moda olduktan sonra gözüme miniminnacık gelmeye başlayınca, kendimi bir saat dükkanında arkadaşlarla saat beğenirken buldum. Bir bakmışım, bir adet tam gönlüme göre bulmuş ve koluma takmışım. Yaklaşık 2 aydır da kendisiyle aramızda kuvvetli bir bağ oluştu, çok severim kendisini.

Normalde saat çok güzel bir aksesuar. Ama ben öyle onlarca saatim olmasına bir anlam veremediğim için, hep tek saatle yetinmişimdir. Ama gelin görün ki, bu sıralar beyaz saate takmış durumdayım. Saatçilerin önünden geçerken, ama her nevi ; seyyar, pazardaki, dükkan hep gözüm kayıyor. Çok güzel geliyorlar gözüme, hani gel beni al diyorlar. İşte bunlardan birkaçı. Buyrun, şuradan alayım sizi... :)))






Birkaç şeker şey, bloğum beyazlara bürünsün istedim. :))) Artık birgün nefsime yenilip alır mıyım, yoksa tek saatliliğe devam mı ederim bilmiyorummmm..... :))))


14 Aralık 2010 Salı

METE BÜYÜKSÜNNNNN... :)))



      Nasıl bir sinir olduysam şu anda. Anlamışsınızdır. '' Öyle bir geçer zaman ki'' ve bu akşamki bölümü. Ara ara bakıyordum göz ucuyla, ama sonunda resmen yapıştım televizyona ( mecazen yani (:  )

''Sevgi ve nefret arasında ne kadar ince bir çizgi var di mi baba? ''

Mete büyüksünnnnnnn, ama dur yakma o evi, bu korku ona yeter... :)))


13 Aralık 2010 Pazartesi

ATIŞTIRMALIK POĞAÇA...

 Size de öyle olur mu bilmiyorum, bazen içiniz kıyılır ve evde bir şey olsa da yesem dersiniz. İşte bu tarz durumlar için bizim evde yapılan bir poğaça. Malzemeleri her evde bulunacak cinsten ve yapılışı da gayet basit....

İlk önce 1 bardak ılık süte, 2 çorba kaşığı kuru maya ve 2 çorba kaşığı şeker eklenir. Ilık bir yerde mayanın kabarması beklenir. Biz kalorifer üstüne koyduk... :)))

Sonra 3 nescafe bardağı un alınır. Unun ortası açılır, buraya kabarmış olan üstteki karışım, 1 şişe soda, 1 su bardağından bir parmak eksik sıvıyağ, 1 tatlı kaşığı tuz ilave edilerek hamur tutulur. Bu hamur ılık bir yerde, 1 saate yakın mayalanması için bekletilir.

Diğer bir yanda iç malzeme hazırlanır. Biz bir miktar ekşimik, biraz rendelenmiş kaşar peyniri ve dereotu kullandık. Sonra mayalanmış hamur ufak bezelere ayrılıp, içleri yukarıdaki karışımla doldurularak poğaçalar hazırlanır. Biraz da tepsi mayası için bekletilir. Biz yarım saate yakın bekledik. Vaktiniz yoksa daha az da bekleyebilirsiniz.

Bekletilen poğaçaların üstüne yumurta sarısı sürülür, ardından susam serpilir ve fırına yollanırrrrrr.... :)))



İşte poğaçalarımızın son durumu, denemek isteyenlere şimdiden kolay gelsin, hayırlı ve çok çok güzel bir hafta diliyorummmmmm... :)))

11 Aralık 2010 Cumartesi

BU KIŞ GÜNÜNDE, KÖFTELİ MEYANE ÇORBASI...

     Aslında bu çorbayı bloğu ilk açtığımda da yayınlamıştım. Ama bugün evde yapılınca tekrar yayınlayayım dedim. Ben bu çorbaya bayılırım. Özellikle kış günlerinde idealdir, yanında pilav ohhh süper bir ikili... :) 



Tarifi şu şekilde:

KÖFTELİ MEYANE ÇORBASI: (6-7 kişilik)

300-350 gr kıyma, 2-3 dilim ıslatılmamış bayat ekmek, rendelenmiş 1 soğan, tuz, karabiber, bol miktarda
nane kullanılarak misketten biraz büyük köfteler hazırlanır. Bunlar bol sıvıyağda kızartılır, bir kenara alınır.

Diğer yandan bir tencerede yağ kızdırılır.(İsterseniz köfteleri kızarttığınız yağı kullanabilirsiniz). 1 tatlı kaşığı kırmızı biber atılır, sonra 1 su bardağı silme un atılır, un kokusu gidene kadar kavrulur. Sonra göz kararı soğuk su katılarak, kısık ateşte koyulaşıncaya kadar kaynatılır. İçine kızartılan köfteler eklenir, biraz daha kaynatılır. Hazırlanan 3-4 diş sarımsaklı yarım fincan sirke kaynayan çorbaya ilave edilir. Az daha kaynatılan çorba, sıcak sıcak servis yapılırak mideye indirilir afiyetle.

7 Aralık 2010 Salı

HAYIR KADINIM HAYIR AĞLAMAAAAA...

Evet beyler , bayanlar, özellikle siz beyler, evet, evet siz beyler!!! Nedir şu bayanlardan çektiğiniz ki, bu şarkının sözünü '' Kadın yoksa ağlamak yok'' diye anlarsınız. Hangi şarkı mı?

Bob Marley amcamızın söylediği  ''NO WOMAN NO CRY''....

Daniel Craig abimizin,  ''Ağlayan Erkekler'' adlı sergideki fotosu.  ''NO MAN NO CRY... :))))


Ömrünüz boyunca salya sümük kadınlar tarafından ağlatılmışçasına, sözleri nasıl anlamaktır böyle. Kadınının ağlamasını istemeyen Bob Marley oturmuş bu şarkıyı söylemiş duygulu şekilde '' HAYIR KADINIM HAYIR AĞLAMA'' . Hatta bunu şarkıda geçen ''Hey little darling don't shed no tears'' sözleriyle de anlayabilirsiniz. Der ki Bob Amcamız '' Gözyaşlarını dökme küçük sevgilim'' Beyler, yapmayın, etmeyin. Lütfen artık bu şarkının sözlerini yanlış anlamaktan vazgeçinnnnnn.  :))
Oh rahatladım, dağılabilirsiniz şimdi... :))))

ACİL NOT: Sakın bundan sonra da bu şarkıyı bak kadın ağlama artık, kafam şişti diye de anlamayın, aman diyeyim şimdiden... :)))))


5 Aralık 2010 Pazar

GİYSİ TÜYÜ TOPLAMA MAKİNAM... :)


Ne zamandır istiyordum, BİM sağolsun. Baktım evimizin yakınındaki şubesine gelmiş, kaçırmayım dedim.Az önce de ilk defa denedim. Yeni, fakat tüylenmiş bir kazağım vardı. Gayet güzel sonuç verdi.
Tavsiye edilir. Fiyatı da gayet makul, 3.65 TL. İlgilenenlere duyurulur.... :)))




OYYYYY OYYYYY OYYYYY... :)))

Yıllar önce bir gazetede görüp kesmiştim fotoğrafını. Sonra üzerinden vakit geçmiş unutmuşum. Geçen nette dolaşırken tekrar rastlamamla, bir çığlık atmam bir oldu. Ne kadar özlemişim meğer ben bu şirin bebişi...:)))


Şuna bakın ya, ne kadar tatlı maşallah, yerim ben seni tatlı şey... :)))
Ama öyle değil mi, yenmez mi bu bebiş?

1 Aralık 2010 Çarşamba

YENİ ETEĞİM VE KOMBİNİM... :)

Aslında bu eteğimi dikeli 2 ay falan olmuştur, ama bilgisayarım olmadığı için fotoğraflayıp yayınlayamamıştım. Şimdi makinam da olunca çekeyim ve bloğuma koyayım dedim, dikmek isteyenlere fikir olur. Yapım aşamalarını maalesef çekmeyi ihmal etmişim, zaten okulların açıldığı hafta dikmiştim. Hatta alt dikişlerini gece 12' de dikip ertesi gün de giymiştim. ( sabırsız ben (: )


Kumaşı 1 TL' ye aldım kumaş pazarından. Hazır eteklerimden yardım aldım biraz. Korsemizin boyu 10 cm, ön tarafta pileler kırıldı, etek boyunu da uzun yaptım ben.


 İşte bu da eteğimle yaptığım kombinim. Üstte de dediğim gibi eteği bitirir bitirmez giydim bu kombinle ve arkadaşlarım çok beğendiler. Eteği nereden aldığımı sordular hatta. (ehehehe) Bu arada biçme aşamasında bana destek olan ablama da teşekkür edeyim burdan...

Herkese sevgiler, yeni paylaşımlarda buluşmak dileğiyle, şen ve esen kalın...:)))


27 Kasım 2010 Cumartesi

BU HAVADA NE YAPILIR? KİTAP OKUNURRRRRRRR... :)))

  Kitapyurdu adlı siteye üye olmamla birlikte, sürekli yeni çıkan kitapları tanıtan mailler alıyorum. Son aldığım maillerden biri de Can Dündar'ın Lüsyen kitabı içindi. Can Dündar ve tarihi bir kitap ikilisi birleşince bu kitabı almak farz oldu bana...



Hava kapalı, hafiften bir rüzgar var. Eeeee bu havada ne yapılır? Geçilir pencere kenarına, tül biraz aralanır ve başlanır kitap sayfaları arasında dolaşılmaya. Başlangıç itibarıyla güzel gidiyor, eminim sonuna kadar bir solukta okuyacağım... :)))

Herkese güzel bir hafta sonu diliyorum, sevgiyle kalın.... :))

24 Kasım 2010 Çarşamba

ÖĞRETMENİMMMM CANIM BENİM CANIM BENİMMMMMMM... :)


 İlkokulda öğretmenimiz ''Büyüyünce ne olmak istediğinizi anlatan bir kompozisyon yazın'' demişti. Ertesi gün ben de dahil olmak üzere sınıftaki herkes kompozisyonunu okumuştu, çocuksu duygularımla neler yazdığımı hatırlamıyorum, ama öğretmenim beğenmiş olacak ki bütün sınıfa beni alkışlattırmıştı. O günün verdiği gazla ''ne olmak istiyorsun'' sorusuna istisnasız ÖĞRETMEN olmak istiyorum cevabını verdim. Her zaman bunu istedim, puanım çok farklı mesleklere yetse de ben hiç birini yazmadım. Herkesin istediği mesleği seçmesi gerektiğine inanan birisiyim ve bu mesleği seçmiş olmak için seçmediğim, hiç olmazsa bir öğretmen olayım demediğim için kendimi seviyorum. (çok mu mütevazi oldum nedir (: )

Bu arada kimi zaman zorluklar yaşatsalar da, ders çalışmayı ihmal etseler de, sınavlarda kopya çekmeye yeltenseler de, derslerde gevezelik yapsalar da öğrencilerimi çok seviyorum.

Bu vesileyle kendimin ve tüm öğretmen arkadaşlarımın öğretmenler gününü kutluyorum. Sevgiyle kalın. 

21 Kasım 2010 Pazar

AYNA AYNA SÖYLE BANAAAAA... :)

     '' BENDEN DAHA BÜYÜK CEVİZ VAR MI Kİ ŞU DÜNYADA...''     :)))




Uzun zamandır sizinle paylaşmak istediğim bir ceviz fotosu vardı. Finally, at last (araya biraz İngilizce katalım (: ) bu fotoyu yayınlamak zamanı geldi. Çalıştığım işyerine bir arkadaş getirmişti. Tabii normal cevizlerin yaklaşık 3-4 katı olunca herkese ancak bir adet ceviz düşmüştü. Ben de yemedim ve bu cevizi eve getirdim.  3 ay olmuştur sanırım, süs gibi saklıyorum kendilerini. Hayatımda bu kadar büyük ceviz görmedim inanın. Farkı görebilmeniz için, normal bir cevizle fotoğrafladım bir de...


Aranızda bu kadar büyük ceviz gören var mı, yoksa ben mi ilk defa görüyorum?????


17 Kasım 2010 Çarşamba

BAKLAVA TADINDA NİCE BAYRAMMMLARAAA... :)

Bayramlar tatlısız olmaz, hele baklavasız hiç olmaz. Bizim de evde yapılan baklavamızın yapım aşamaları, paylaşmak istedim...

HAMURU için; 
5 bardak un, 3 yumurta, 1 su bardağı sıvıyağ, 3 kaşık yoğurt, 1 kaşık sirke, 1 fiske tuz, 1 çay kaşığı karbonat kullanılarak bir hamur elde edilir. 1 saate yakın bekletilir.

 Cevizler havanda dövülür ya da siz ne kullanıyorsanız onunla ufak hale getirilir. Biz 2 kata ceviz kullandık. İsteğe bağlı 3 kata da konulabilir.



Hamur ufak bezelere ayrılır. Bizimki 90 kat oldu. İlk önce bezeler şekildeki gibi ufak bir tabak büyüklüğünde açılır.


Sonra bunların 10 adeti aralarına nişasta konularak tepsi büyüklüğünde açılır. Açarken de nişasta kullanılır.



Ara aşamaları çekmeyi ihmal ettim, çünkü o esnada 8 aylık yeğenimle ilgilenmekteydim... :)) En son bu hale geliyor malumunuz. Fırına konulmadan önce tatlının üstüne erimiş 350 gr tereyağı ile 1 çay bardağı sıvıyağ karışımı ekleniyor.


 Bu hali de şerbet atıldıktan sonraki aşama.
ŞERBET için; 7 bardak şeker, 6 bardak su, 1 yemek kaşığı limon kullanıldı. Genelde tatlı kıyır kıyır olur ve beğenilir. İnşallah size bir fikir olur baklava yapmak isterseniz. :))

Herkese baklava tadında bayramlar, sevgiyle kalın... :)))

12 Kasım 2010 Cuma

EVDE SİRKE YAPIMI... :)

Evet tamamen organik, tamamen ev yapımı. İşte karşınızda EVDE ELMA SİRKESİİİİİİ... :)

Elmalar bizim bahçeden. Bahçeye düşen elmalar toplanır, yenilmeyecek kadar ekşilerdir, eee ne yapılır, mutfakta sirke çalışmalarına başlanır... :)


Elmalar güzelce yıkanır, kabuklarıyla doğranır. Kaynamış ve soğutulmuş suya 4-5 tane nohut, bir çay kaşığı tuz, bir çay kaşığı şeker eklenir, elmalarımız bu suya atılır ve bir ay beklenir. Sirkemiz hazır hale gelir ve şişelere boşaltılır.



Bu arada sirke demişken, '' yüzü sirke satmak'' deyiminin anlamı da nereden türemiş bir hatırlayalım.

Bir zamanlar, yüzü hiç gülmeyen, sinirli bir bakkal varmış. Balın en iyisini getirip komşusundan daha ucuza satmaya çalıştığı halde, dükkanına hiç uğrayan yokmuş. Bu arada güler yüzlü, sevecen görünüşlü komşusunun dükkanı malı pahalı olduğu halde, dolup taşmaktaymış.Müşterisizlikten canı iyice sıkılan asık suratlı bakkal, bu işin sebebini araştırmaya karar vermiş. Durumunu, işinin ehli bir tüccara açmış:
- Bunun sırrı nedir? diye sormuş
Tecrübeli adam, bakkalın hiç gülmeyen yüzüne bakıp:
- Evlat! demiş. Sen elinle en kaliteli balı satıyorsun, ama suratın sirke satıyor. Elbette ki, sana kimse gelmez. Bu deyim, asık suratlı, yüzü gülmeyen insanların, halk arasında sevilmeyeceğim belirtmek için kullanılır.


     Yüzümüzün sirke satmadığı, her daim huzur ve neşeyle gülümseyeceğimiz günler dileğiyle, sevgiyle kalın. :)


Not: Fotoğraflar yazın çekilmişti, bilgisayar eksikliği nedeniyle bloğa ara verince, bunları yavaş yavaş yayınlama imkanı buluyorum.

8 Kasım 2010 Pazartesi

100 VERDİNİZ, ASTARINI İSTERİMMMMM... :)



 Çok yüzsüz oldum ben diyecem olmayacak, tam tersi yüzlüyüm. Evet bu sabah bir baktım tam 100 izleyicim olmuş, yani ilk dalyam diyebilirim. Bu rakama ulaşmak güzel bir mutlulukmuş, yüzüme bir tebessüm yayıldı birden. İlgi gösteren tüm blog arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Nice 2., 3., 4., 5. ....... dalyalarda buluşmak üzere, sevgiyle kalın. Yukarıdaki kelebekler o güzel yüreğinize uğrasın inşallah... :)



6 Kasım 2010 Cumartesi

KABAK TADI VERMEK... :)

Bugün kabak tadı vermek deyimiyle karşınızdayım. Neden mi efendim ? Evde kabak tatlısı yapılmıştı; ben de bu tatlıyı yayınlamadan önce bu deyimin nereden geldiğini sizinle paylaşmak istedim, buyrun hikayesi... :)

Eskiden, su kabağının tas, kap olarak kullanıldığı devirlerde, bu iş için ayrılan kabak kuruduktan sonra içindeki lifleri ayıklanır, uygun biçimde kesilir ve maşrapa olarak kullanılırmış. Bazen kabak iyi kurutulmadığında, içine konan su, şarap vesair meşrubata tadını bırakır, ol mainin tadını bozarmış. O zaman içilen şeyin kabak tadı verdiği söylenirmiş ki günümüzde soyut olarak söylenen kabak tadı vermek deyimi o zamanların hediyesi imiş.

Bu arada yazıyı netten buldum, ama ben İskender Pala'nın İki Dirhem Bir Çekirdek adlı kitabında bunu hikaye şeklinde okumuştum. Kitaptan söz açılmışken, eski deyimlerin nasıl türediğini merak ediyorsanız bu kitabı şiddetle tavsiye ediyorum, üstelik okuması çok zevkli ve eğlenceli...

Eveeeeeettttttttttt şimdi gelelim postumuzun asıl kahramanına, işte KABAK TATLIMIZ... :)



Bizim kabağımız yaklaşık 5 kg idi. Biz çok şekerli sevmediğimiz için 6 su bardağı şeker kullandık. Şekeri kabuklarını kesip, doğradığımız kabakların aralarına azar azar serpiştiriyoruz. Bir gece bu şekilde bekletiyoruz. Sonra sabah olunca kabağımızı kaynatıyoruz, kendisi su saldığı için tekrar su atmaya gerek yok. Tabii bu tatlının lezzetli olmasında kabak çok önemli, bu da çoğu zaman şans işi. Ama belki de kabağı satın alırken, aranızda bazı püf noktaları bilenler vardır....

Bu postumuz da hem bir deyim tarifi, hem bir kitap tavsiyesi, hem de bir tatlı tarifiyle biraz yoğun oldu, umarım kabak tadı vermemiştir... :)

4 Kasım 2010 Perşembe

KİLİTLİ POŞETLERİM VE YENİ KOLYELERİMMMMM...

Dolabımdaki kolyelerin sayısı artmaya başlayınca ben de onlar için kilitli poşetler almaya karar verdim, 3 farklı  boyutta  poşetler. Hem de fiyatları çok uygun. Benim aldıklarımdan en küçük boyutun 10 tanesi 25 kuruş, orta boyutun 10 tanesi 30 kuruş, en büyük boyutun da 10 tanesi 50 kuruş. Toplam 32 tane aldım ve toplam sadece 1 Lira ödedim, ne kadar ucuz değil mi... :)))


İşte kilitli poşetlerim...



Bazı kolyeler içlerine yerleştirildi bile...



Hazır kolyelerden konu açılmışken yeni aldığım kolyelerimi de sizinle paylaşayım. Bu kolyeyi son İstanbul'a gidişimde Ortaköy'den almıştım. Bu aralar mor tonlarına takmış durumdayım... :)



İşte yine mor ve krem tonlarında bir kolye. Burada sürekli uğradığım bir dükkan var, indirim zamanlarını takip ediyorum. Bu kolyeyi de % 50 indirimle aldım. İndirimleri seviyorummmmmmm... :)



İşte yine % 50 indirimle aldığım sarı ve kahverengi tonlarındaki kolyem, birkaç post aşağıda yayınladığım eteğimle süper bir uyum içindeler kendileri.... :)

İlerleyen günlerde diğer kolyelerimi de paylaşırım, bir fikir olur belki takı yapan arkadaşlara. Sevgiyle kalın...

3 Kasım 2010 Çarşamba

BU ÖĞRENCİLİK HİÇ BİTMEZ Mİ?????


Sanırsam seçtiğim meslek dolayısıyla öğrenciliğim hiç bitmiyor, sürekli bir öğrencilik havasındayım.Aslında bundan çok şikayetçi değilim, ama ah şu sınav hazırlaması yok mu... :) Sınav hazırlamaktan ziyade de, sınavların ölçme ve değerlendirme ölçütlerine göre hazırlanmak zorunluluğu insanı geriyor biraz. Hem de sınavı iki grup yapmak zorundaysanız, bu sizi daha da yoruyor. Ama yine de ben bu işi seviyorummmmmmm. :)))

2 Kasım 2010 Salı

NE GÜZEL CAHİLDİK...

Okuduğum anda tek kelimeyle BAYILDIM, süper yazmış Murat Başaran. Acaba şarkıcı olan Murat Başaran mı ondan emin değilim, bir paylaşım sitesinde paylaşılmış, ben de sizlerle paylaşmak istedim...:)



Dışarıda kar...

Ama kuzine içten içe öyle yanıyor ki. Kuzinenin üzerinde demir maşa... Maşanın üzerinde de ekmek dilimleri.Aydınlık bir kış sabahı ve kızarmış ekmek kokusu...

Sucuk lükstü. Yumurta lezzetli. Ekmek her zaman ekmek gibi...Bir kez olsun kümesten yumurta almamış, bir kez olsun o kızarmış ekmeğin kokusunu duymamış ve fakat alışveriş merkezlerinin restaurant katlarında, boğucu bir gürültü ve havasızlık içinde hamburger keyfine fit olmuş çocuklar ve gençler için ben ne kadar yaşlıyım?

Dışarıda kar...

İçeride kanaat...

İçeride huzur.

O beyaz örtünün gelişi sürpriz olurdu. Şimdiki gibi üç günlük hava tahmini, kar yağışı için dakikalı randevu falan yoktu. (Meteoroloji tutturamadığı zaman o kadar seviniyorum ki...)

Krize de girmezdik.

İran'ı hiç takmazdık.

Yakacak bir şeyler olurdu her zaman.

Ve kuzine hem ısıtır hem de pişirirdi...

Bize kalan kışın ve karın tadını çıkarmaktı...

Mumumuz, gaz lambamız vardı.

Televizyon yoktu.

Gazete de her zaman olmazdı.

Öyle güzel cahildik ki, keyfimiz bozulmazdı hiç.

Portakal kabuklarını sobanın üzerine dizer, kokusuna râm olurduk.

Kestane közlemek büsbütün bir gecenin akıllara seza mutluluğuydu.

Sonra illa ki, büyüklerin anlattığı hikâyeler, hatıralar...Bir çoğu arızalı ve tedaviye muhtaç beyinlerden çıkma dizilerin ve filmlerin açtığı hasarlar yerine, geniş ve besleyici bir masal dünyası...

Lezzet bir tarafa, kokuya da hasret kalacağımız kimin aklına gelirdi?

Ekmeklerimiz el değerek üretilirdi, sağlıklıydı, lezzetliydi ve mis gibi kokardı.

Çay da kokardı...

Domates de...

Bütün bu nefasete, küçücük bir bakkal dükkânının zenginliği yetiyordu.

Dışarıda kar...

İçeride huzur...

Türban krizi, doğalgazın kesilme korkusu, yolda kalma telaşı, rejim tehlikesi...

Kimin umurunda...

Ne güzel cahildik.

Mutluluğun resmini çiziyorduk.