Bugün kabak tadı vermek deyimiyle karşınızdayım. Neden mi efendim ? Evde kabak tatlısı yapılmıştı; ben de bu tatlıyı yayınlamadan önce bu deyimin nereden geldiğini sizinle paylaşmak istedim, buyrun hikayesi... :)
Eskiden, su kabağının tas, kap olarak kullanıldığı devirlerde, bu iş için ayrılan kabak kuruduktan sonra içindeki lifleri ayıklanır, uygun biçimde kesilir ve maşrapa olarak kullanılırmış. Bazen kabak iyi kurutulmadığında, içine konan su, şarap vesair meşrubata tadını bırakır, ol mainin tadını bozarmış. O zaman içilen şeyin kabak tadı verdiği söylenirmiş ki günümüzde soyut olarak söylenen kabak tadı vermek deyimi o zamanların hediyesi imiş.
Bu arada yazıyı netten buldum, ama ben İskender Pala'nın İki Dirhem Bir Çekirdek adlı kitabında bunu hikaye şeklinde okumuştum. Kitaptan söz açılmışken, eski deyimlerin nasıl türediğini merak ediyorsanız bu kitabı şiddetle tavsiye ediyorum, üstelik okuması çok zevkli ve eğlenceli...
Bizim kabağımız yaklaşık 5 kg idi. Biz çok şekerli sevmediğimiz için 6 su bardağı şeker kullandık. Şekeri kabuklarını kesip, doğradığımız kabakların aralarına azar azar serpiştiriyoruz. Bir gece bu şekilde bekletiyoruz. Sonra sabah olunca kabağımızı kaynatıyoruz, kendisi su saldığı için tekrar su atmaya gerek yok. Tabii bu tatlının lezzetli olmasında kabak çok önemli, bu da çoğu zaman şans işi. Ama belki de kabağı satın alırken, aranızda bazı püf noktaları bilenler vardır....
Bu postumuz da hem bir deyim tarifi, hem bir kitap tavsiyesi, hem de bir tatlı tarifiyle biraz yoğun oldu, umarım kabak tadı vermemiştir... :)